Seçime haftalar kala, seçim vaadleri de iyice renklendi. Af öneren var, çeşitli okullara giriş sınavlarını kaldıracağını söyleyen var. Ekonomi uçacak, enflasyon dibe vuracak, Türk Lirası tavan yapacak falan ne ararsan bol.
Özellikle 20’li yaşların üzerinde olanlara bu tip seçim balonları yaratma politikası yabancı gelmeyecektir. Bir zamanlar koalisyonlarla yönetilen Türkiye bu taktiklere yabancı değildi. Hep duyardık verilen sözleri ve duyduğumuz ilk andan itibaren de elde edemeyeceğimizi bilirdik. Çoğunlukla bol keseden atılan sözler tam bir satıcı ağzıyla söylenmekteydi ve son kertede ortaya çıkan mallar da işporta kalitesindeydi.
16 yıllık kesintisiz iktidarı ile yönetimde olanların bugüne kadar en temel vaadi istikrardı. Fakat geldiğimiz noktada işporta mallarını arar haldeyiz. Ülkede düzen ve sisteme dair elimizde kalan tek şey kimden yana olduğun sorusunun alenen sorulabilir oluşu maalesef. Futbol takımı tutar gibi bir fanatiklik ile desteklenen bir lider ve onun sözlerine gözü kapalı inanan bir güruh elimizde kalan. İşin en can sıkıcı yanı “tek adam” yönetimini istikrar ile karıştıran, yetmez ama evet diyerek şişirilen egolarla toplumun bugünkü haline dönüşmesinde parmağı bulunan aydınlar, ki kendileri bugün nedense hiç bir yerde görünmüyorlar.
Toplumun içine düştüğü kör kuyuyu yazmaya çalışmak bile çok büyük sabır ve naif bir umut beslemeyi gerektiriyor. Ahlaksızlığın, magandalığın, ispiyonculuğun, rüşvetçiliğin, adam kayırmacılığın, ego-manyaklığın ne kadar içimize işlediğinden başlayabiliriz ancak ben büyük sınavlar arifesinde bunlardan bahsetmek istemiyorum. Onun yerine az önce bahsettiğim naif umuda tutunarak, bu hafta eğitim, sınavlar ve gençler üzerine birşeyler karalamak istiyorum.
Biliyorsunuz seçimler üniversite sınavlarının ertelenmesine sebep oldu, bu da büyük tartışmalara yol açtı ama yine de unutmamakta da fayda var. Bu çocuklar ne yazık ki alışıklar bu son dakika gollerine. Çünkü bugün üniversite sınavına girme yaşına gelen gençler daha ilkokul sıralarından itibaren defalarca sistem değişiklikleri ile uğraşmak zorunda kaldılar. Yükümlülükleri ile defalarca oynandı, maruz bırakıldıkları sınav stratejileri çok ve çeşitli kere değiştirildi. O yüzden bu noktaya kadar gelebilme kararlılıklarını ayakta alkışlıyorum ve başaracaklarına inanıyorum.
Fakat asıl soru neyi başaracaklar? Yani gerçekten düşünsenize, işsizlik oranı %20’lere çıkmış, liyakat yerine adam kayırmacılığın, eşin dostun yerleştiği kadrolarla, Nuh’un telefonu olduğunu iddia eden üniversite hocalarıyla neyi başaracak bu çocuklar?
Sadece üniversite de değil üstelik. Liselerin hali de ortada, cinsel istismara kalkışan öğretmenler, kendi girdikleri alan sınavında sıfır çekebilen hocalar(!), inatla trigonometriyi öğretmekte diretip trafik gibi basit ama hayati bir konuda eğitim vermeyen sistem; teknolojideki çılgın ilerlemeye yetişemeyen bu yüzden de çocuklarının konuştuğu dili dahi anlayamayan ebeveynler. Yani bana sorarsanız çocukların işi çok zor. Bir de tüm zorluklar yetmezmiş gibi, sistemleriyle habire oynayıp duran, kimin hangi okula gideceğine kendi siyasi çıkarları doğrultusunda karar vermeyi direten bir siyasi iktidar var. Dindar ve kindar bir nesli sadece kendisine oy vermeye hazır hatta gerektiğinde sokağa dökeceği ordular kurmak için hedefleyen bu iktidar ve yakın gelecekte oluşabilecek benzerleri ile hayat bu ülkede en çok gençlere zor.
Bu ülkede adaleti af ile sağlayacağını düşünen yetişkinler var. Okullara girişte seçme/seçilme sisteminin olmayacağını iddia eden yüksek mertebelere ulaşmış erişkinler var. Askerlik ile bedelli kelimesini yan yana getirerek bir mana yaratan büyükler var. Vergisiz asgari ücret diye bir söz bütününü ortaya atabilen garip insanlar var.
O yüzden benim önerim bu büyük sınavlar öncesinde gençleri karşınıza alın ve sohbet edin. Öyle yüksek perdeden de değil!
Af çıkarmayı gereklilik diye ortaya atan insanların, adaleti falan aramadığını, adaletin gerçekten suçlu olan kişiye hatasının bedelini ödetmekle birlikte, yeniden topluma nasıl uyum sağlayacağını, yeniden hata yapmamayı öğretmeyi hedeflediğini anlatın. Af gibi kısa yollar peşinde koşanların büyük ihtimalle kendi ellerinin de kirli olduğunu anlatın. İnsanın doğasında hata yapmak olsa da ileri gitmenin sadece ve sadece yapılan hatanın sorumluluğunu üstlenip, ondan ders çıkarmakla mümkün olduğunu anlatın. Kısa yoldan affedivermenin, aynı hatayı yeniden yapmaya sebep olmakla birlikte çok daha fazla insanın da aynı hatayı yapmasının önünün açılacağını anlatın.
Bedelli askerlik gibi bir kavramı yaratan o “yetişkinlere” güvenmemesi gerektiğini anlatın. Çünkü hayatından bir zorunluluk için koparılan herkesin bir bedel ödediğini ve sadece parası olmadığı için zamanını satmak zorunda bırakıldığını anlatın. Ve bunun sadece siyasi iktidarların hoş görünme çabası olmadığını, toplumda büyük bir ikilik yaratırken bundan para kazanarak çıkar sağladığını da anlatın. Ve hazır bu kısma gelmişken savaşın değil barışın önemli ve geleceği yaşanır kılabilecek tek şey olduğunu da lütfen anlatın.
Vergisiz asgari ücret diye bir sözcük öbeği yaratan “erişkinlere” özellikle kanmaması gerektiğini anlatın. İsterseniz toplum sözleşmesi ile kurulan devlet çarkının işleyişini sağlayan suyun vergi olduğunu anlatarak başlayın, isterseniz dolaylı vergiyi anlatarak başlayın. Ama ekmekte, suda, benzinde ödediğimiz vergi ile pırlanta için ödediğimiz(!) vergi arasındaki farkı mutlaka anlatın. Dolayısıyla maaşından kesmemeyi vadettiği 3 kuruşluk verginin, yine geri dönüp kendi cebinden misli ile çıkarılacağını anlatın. Bu noktaya kadar gelmişken, dilin en büyük silah olduğunu ve yalanların dil mahareti ile nasıl örtülmeye çalışıldığını da bence anlatın.
Ve son olarak, sınavların hayatın başı ya da sonu ile sınırlı olmadığını anlatın lütfen. Seçmenin hayatın doğal bir parçası olduğunu, gün içinde yediğimiz yemekten, giydiğimiz kıyafete kadar, okuduğumuz kitaba veya dinlediğimiz müziğe kadar herşeyi seçtiğimizi anlatın. Arkadaşlarımızı seçtiğimizi, zamanımızı nasıl harcadığımızı seçtiğimizi de hatırlatın. Sınavların bir sıralama belirleme kapasitesinden fazlasına sahip olmadığını anlatın. Sıralamada kendi gözüne kestirdiği yeri kendi seçmesi gerektiğini, mühendis olmanın da, tekniker olmanın da eşit derecede uygun ve mümkün olduğunu ve tamamen kendi seçimi olduğunu anlatın. Sınavların bir seçilme hali olmadığını, asıl gücün kendi elinde olduğunu ve gönlü neyi isterse onu seçmesi gerektiğini anlatın. Hatta sınava girmemenin de bir seçenek olduğunu anlatın. Fakat elbette her seçimin bir kaybediş olduğunu, diğer bütün seçenekleri arkasında bırakması gerekeceğini de anlatın. Ve özellikle sorun, on yıl hatta yirmi yıl sonra kendisini nerede görmek istiyor; haftanın üç günü 24 saat çalışarak nöbet tutan bir doktor olmaya hazır mı ya da sabah sekiz akşam beş aynı ofis aynı masada bilgisayar başında yıllarını harcamaya hazır mı; hatta yeri gelmişken lütfen sorun bir gün pat diye yıllarını harcadığı mesleğinden “siyasi iktidar” öyle söylüyor diye atılmayı düşünebiliyor mu!
Sonra da lütfen tüm bunları bu yaşında anlaması gerektiği ve bu seçimleri yapması gerektiği için ve tüm bu senaryoda sizin, ister suskunlukla ister çarka dahil olmakla varolan suçunuz için ondan özür dileyin.
https://www.karetekerlek.com/kursunkalem/snavsz-okul-afl-adalet-vergisiz-vatandalk
Ayşegül Ekinci