-I-
O köy bütün kasabalara, bütün şehirlere uzaktı. Suya değil ama ekmeğe uzaktı. Bu yüzden o köyde genellikle gurbete gidemeyecek kadar yaşlı erkekler, kadınlar ve çocuklar yaşardı. Öyle sözün gelişi falan değil adam akıllı yoksuldular. Yolları yoktu. Sağlık ocakları da… Sadece yıkık dökük bir okulları vardı. Bir de cami mektepleri. Ahırlarında mutlaka sağılır bir inekleri olurdu. Evlerinin önlerinde biraz mısır yetiştirirlerdi. Karalahana, patates, pırasa, maydanoz, marul, pazı, fasulye, soğan ve sarımsak… Çoğunun bir iki dönüm kadar fındıklığı vardı. Mart bazen birkaç yıl peş peşe sert geçer ve hiç fındıkları olmazdı. Bolluk yıllarında fındıklığı büyük olan ailelerin bile ürünü en fazla bir, iki ton olurdu. Bir tonun üzerinde ürün alan ev sayısı abartılarak söylense bile yirmiyi bulmazdı.
Yoksulların çok çocuğu olurdu. Sarı, soluk benizli çocukları… Kış gelince bitlenirlerdi. Ve uyuz onları senede bir iki defa ziyaret ederdi. Kaşınmaktan ellerinde, bedenlerinde göz göz yaralar çıkardı. Elbette içlerinde ölenler olurdu. Ama her türlü salgına rağmen yoksul çocukları da büyürdü. Mısır ekmeğine sımsıkı sarılırlardı. Yoğurt çanağına çalakaşık saldırırlardı. Hırsla büyürlerdi. Öfkeyle ve nefretle… En basit oyunları bile kavgaya benzerdi. Şakalaşırken, gülüşürken bile birbirlerine tekme atar, tokat vururlardı. Ve hepsi dinini öğrenmek için cami mektebine giderdi. Hoca nedense hep çok sert, talebeler yaramazdı. Ama çocuklar hocanın öfkesine pek aldırmazlardı. Çünkü dayak konusunda yeterince pişkindiler.
Yaşlı kadın;
– Kızım, oynama elin garibiyle. Alacaksan alalım. Oyalama durma insanları. Artık karar ver.
– Kimseyle oynadığım falan yok. Tam anlamıyorum. Eli ayağı düzgün ama…
– Neyini anlayacaksın? Kararını ver de haber gönderelim. Gelip istesinler.
– Karar vermek kolay sanki. İçkisi. Kumarı yok. Bir tek sigara… O da parası olduğunda. Ama biraz da yalancı sanki.
– Bu kadar kusur herkeste olur. Delikanlı adam estirip savurmayı sever.
– Beni sevsin istiyorum. Azıcık da romantik olsa keşke… Ağzını açıp bir şeyler dese…
– Erkek kısmı öyle vara yoğa konuşmaz. Düşün taşın ama karar ver. Boşuna umut vermeyelim insanlara.
– Almanya bazı insanları bozuyor. Zehra Teyzemlerin damadını bilmiyorsun sanki. Gözü açılınca çoluk çocuğunu bile bırakıp kayıplara karıştı.
– Bırak şu çiğ süt emmiş hergeleyi.
– Oğlanı beğeniyorum, yakışıklı üstelik. Ama ya sonradan…
Kızın ailesi izin verdi. Oğlana haber gönderildi. Gençler şehirde gezip dolaşacak, evlenmeden önce birbirlerini tanımaya çalışacaklardı. Oğlanın yoksul ailesi merak içinde sonucu bekliyordu. Eğer kız evet derse delikanlının yoksulluğu sona erecekti. Belki de kendilerine hatta kardeşlerine bile faydası dokunacaktı. Kendi kızları böyle bir talepte bulunsa, ben de evleneceğim insanı tanımak istiyorum dese izin vermek şöyle dursun eşek sudan gelinceye kadar döverlerdi. Ama bu iş başkaydı. Almancı kız olursan geleneklere uymak zorunda değilsin. Ya da en azından şimdilik bu konuda çeneyi kapalı tutmak en iyisiydi. Genç kız delikanlıdan dört beş yaş büyüktü. Ama bunun da bir önemi yoktu. Çünkü o almancıydı.
Evde para edecek ne varsa satıp savıldı. Delikanlıya yeni giysiler, ayakkabılar alındı. Cebine yeterli miktarda harçlık konuldu. Kız ile gezip tozdu. Pastanelere, kahvelere, parklara, lokantalara gitti. Beş, altı gün sonra genç kız kararını kesin olarak verdi. Bu oğlanla evlenecekti. Ama ne yazık ki tam bu kritik aşamadayken izinleri bitmişti. Ailesiyle birlikte Almanya’ya geri döndü. Garibanların ağzına bir parmak bal çalınmıştı. Sonu gelmemişti. Kaygılar içinde bekliyorlardı. Ya sonu gelmezse, ya başka birileri araya girerse, ya vazgeçerlerse… Almancı aile dünürlerinin şüphe ve kaygı içinde beklediğini biliyordu. Yeniden izinler ayarlanıp memlekete geri döndüler. Dönmeden önce de haber salıp oğlan evinden hiçbir şey istemediklerini, düğün yapmayacaklarını, gençlerin hükümet nikâhı ile evleneceğini, kız evinde sadece kına gecesi için küçük bir eğlence yapılacağını bildirdiler. O yoksul aile hayatı boyunca bu haberden daha çok hiç bir şeye sevinmemişti.
Almancı aile bir hafta içinde kızlarını evlendirdi ve geri döndü… Gençler çok mutluydular. Ne kadar akraba hısım varsa ziyaret edildi. Büyüklerin elleri öpüldü. Çekemeyenler, bu genç kız değil. Koca karı, diyorlardı. Bazen bunu özellikle açık açık delikanlının canın acıtacak kadar pervasızca söylüyorlardı. On beş gün evli kaldıktan sonra kız ailesinin yanına döndü. Çünkü kocasını alıp apar topar Almanya’ya götüremiyordu. Resmi kurumlara gerekli başvurular yapıldıktan sonra delikanlının Almanca kursuna gitmesi gerekiyordu. Çünkü temel düzeyde Almanca bilmeyenlere vize verilmiyordu. Delikanlı uzak şehirlerdeki inşaat ameleliğini bıraktı. En yakın şehirde bir kursa yazıldı.
Bursa
Mart 2018
Seyfullah