– Bir Spa lütfen!
Belçika’ya yeni düşmüş bir Türk, bu sözcüğü duyar duymaz, bildiği bir şeyden söz edildiğini düşünebilir ilk anda. Oysa bir sudan söz edildiğini anlamakta gecikmez.
Spa, sanayi kenti Liege’e 27 km uzaklıkta bir kasaba. Otomobil yarışlarına ilgi duyanlar, burayı Formula 1’den anımsayacaklardır.
Yemyeşil ormanlar arasındaki bu yerleşim yeri 1500’ lü yılların başından beri bilinen bir yer. Yerleşim yerinin adı Latince “Salus Per Aquam” yani “Sudan Gelen Sağlık” ifadesinin kısaltması.
Spa, son zamanlarda bizde de kullanılmaya başlayan bu sözcük. Romalılar, su terapilerine böyle dermiş. Su ile iyileşme, suyun kullanımından gelen sağlık, suyun sıcak, soğuk ve farklı biçimlerde (akıtma, damlama, duşlama, püskürtme) uygulanması ile kazanılan dinlenme ve ferahlama terapilerinin tümüne böyle deniliyormuş.
Spa suları, günümüzde dünyanın birçok ülkesine ihraç ediliyor. Yılda 400 bin turist ağırlayan bu yerin nüfusunun hâlâ küçük bir yerleşim yeri olması buranın koruma altında almasından. Su kalitesinin korunması için doğal yapının titizlikle korunması gerekiyor..
Spa suları da şişelenmeden önce birçok açıdan değerlendiriliyor, bazı işlemlerden geçirilerek kalitesi arttırılıyor ve günde 2 milyon şişe su pazara sunuluyor.
Spa aynı zamanda termal banyoları ile de çok ünlü. İnsanlar, dünyanın birçok ülkesinden kür için buraya geliyor, sağlık arıyor.
Geçen hafta Muğla dönüşü Gevenes üzerinde Bağyaka’ya geçtik. Amacımız kömür işletmelerinin yaptığı tahribatları görmekti. Bağyaka’nın hali pürmelaline yanarken Girme deresini görünce nutkumuz tutuldu.
Çocukluğumda Girme Deresinin ilkel havuzu şifa arayanlarla dolup taşardı. Sonradan burası maden suyu tesislerine dönüştürüldü.
Girme deresinin suyu, Sağlık bakanlığının incelemelerine göre iyi değerde bir maden suyuydu. Suda sodyum bikarbonat, kalsiyum ve karbonhidrat mineralleri vardı. Ayrıca suyunun özellikleri bakımından karaciğer, safrakesesi, mide ve sindirim sistemi hastalıklarında çok etkili olduğu belirtilmişti.
İl Özel idaresinin o yıllarda açtığı ihale bilgilerinden öğrendiğimize göre kaynak 6500 (bir kaynağa göre 12.000) Şişe/saat kapasiteliymiş. Bir başka deyişle günde en az 156 bin şişe maden suyunu, içime sunmak söz konusuydu buradan.
Bildiğimiz kadarıyla işletme birkaç kez el değiştirdi. Çok da güzel tesisler yapıldı.
Biz, yıllardır Girme Deresi bitki örtüsü ve doğal çevresiyle sağlık ve dinlenme turizmi için cazip merkezlerden biri olabilecek özelliklere sahip bir değerimizdir. İlçemizin bu güzel köşesi çağdaş bir anlayışla değerlendirilsin ve sağlık turizminin emrine sunulsun derken önce Bağyaka kömür işletmeleri su havzasını talan etti.
Havadan’dan inerken, bir zamanlar girme suyunun şırıl şırıl aktığı vadiye baraj yapılmakta olduğunu görünce dayanamadım arabayı kenara çektim avazım çıktığınca bağırdım:
– Sanki Yatağan’da ova kaldı!
– Sanki tarımla uğraşan köylü kaldı!
– Sanki Yatağan’da termik santral gibi çevre yamyamı bir tesis yok!
– Buraya baraj yapmak hangi sivri akıllının fikriydi ki!
Biraz daha aşağıya inince gözlerim o güzelim tesisleri aradı.Her şey darmadağındı. Öfkem bir yürük semaiyle adeta bir ağıta dönüştü.
“Laleyi sünbülü gülü har olmuş
Zevk u şevk ehlini ah ü zar almış
Süleyman tahtını sanki mar almış
Gama tebdil olmuş ülfetin çağı.
Zihni derd elinden her zaman ağlar
Vardım ki bağ, ağlar bağban ağlar
Sümbüller perişan güller kan ağlar
Şeyda bülbül terk edeli bu bağı”
Bayburtlu Zihni bu şiiri Ruslar’ın Bayburt’u işgali üzerine yazmıştı. Ya şimdi bu topraklar kimin işgalindeydi?
Elin oğlu elindeki kıt olanakları allayıp pullayıp dünyaya pazarlarken, biz tanrının sunduğu nice zenginliği tarumar ediyorsak oturup bu topraklara layık olup olmadığımızı bir daha düşünmemiz gerekiyor.
Hamdi Topçuoğlu