Sana bir şeyler yazmam gerek ama olmuyor. Hep sonraki güne erteliyorum. Biraz sokağa çıkayım diyorum. Belki dönünce başlarım. Gelince de evde mutlaka beni bekleyen işler oluyor. Yarısı okunmuş kitabım beni bekliyor. Akşama bir şeyler hazırlamak gerekir. Yürüyüşten dönünce azıcık kestirmeyi de seviyorum üstelik. Biliyorsun, şimdi günler de kısacık. Göz açıp kapatıncaya kadar akşam oluveriyor. Sana yazmam gerek biliyorum. Ütü de yapmalıyım ama. Banyoyu temizlemeyeli de çok oldu. Onları da erteliyorum. Abimi aramam gerek. Dayımla arayı epey uzattım. İlk fırsatta şehirden dışarı çıkmak istiyorum. Ormana, kırlara ya da bir göl kenarına. Toprak, kekik, çam ve meşe kokuları içinde yürümeye özledim. Her şeyi ama her şeyi erteliyorum. Yılın en uzun gecesinin sabahı da en kısa güne başlamışız. Yaşam da böyle galiba… Çoğunu yaşayıp tükettik ömrün. Geriye azı kaldı.
Sana bir şeyler yazmam gerek, biliyorum. Sakın beni yanlış anlama. Her zaman aklımdasın. Bunu laf olsun diye çalakalem cümlelerle geçiştirmek istemiyorum. Aklımı tamamen yazdıklarıma vereyim. Her kelimeyi kafamın içinde demleye demleye kâğıda dökeyim. Havamı bulmayı, uygun zamanı kolluyorum. Söz veremem ama yakında yazarım. Yarın da başlayamam. İşe gittikten sonra eve yorgun dönüyorum. Üstelik akşam Ercan’a sözüm var. Ondan saat kaçta dönerim.
Bilmiyorum. Sana bir şeyler yazmam gerek, biliyorum. Eskiden sana uykumun kaçtığı gecelerde yazardım. Ve sabaha kan çanağı gibi kıpkırmızı gözlerle uyanırdım. Üstümde hastalık sonrası ortaya çıkan o bitkinlik hali… Gün ağzımda eskimiş çay tadı ile geçerdi. Bir, iki neyse ama eninde sonunda İnsan yazdığına bir karşılık bulmayı istiyor. Sen hiç yazmadığın için usandım belki. Boş ver. Ben de son günlerde sana yazmayı neden ötelediğimi bilmiyorum.
Sana bir şeyler yazacağım. Buna zorunlu olduğum için değil inan. İçimden geldiği için yapacağım. Azıcık aklım durulsun. Dupduru bir su gibi akan cümleler yazacağım sana. Satırlarımın içinde bolca heves katacağım. Ve mutlaka umut yüklü bulutlar olacak. Kışa inat illa ki biraz bahar ve mutlaka güneş… Aynalar bana yaşlanmaya başladığımı söylemeye başladı. Keşke yalan olsa. Keşke soğuklar yüzümü kırıştırıyor diyebilsem. Sabahları sokağa hevesle koştuğum günlerdeki gibi değilim artık. Bir şeyler değişiyor. Oturduğum yerden hızlıca kalkınca bazen başım dönüyor. Eski defterleri açmak niyetinde değilim. Ama kaç kış kaldı, kaç bahar? Arada sırada aklıma takılıp kalıveriyor. Sana bir şeyler yazmam gerek, biliyorum. Fakat şimdi olmaz. Suların buz tuttuğu zamanlarda yazmak içimden gelmiyor. Eşref saatimi bekliyorum.
Ocak 2020 – İzmir
Seyfullah