2024 Yılı Türkiye- Macaristan Kültür Yılı ilan edilmişti…
1923’te imzalanan Türk-Macar Dostluk Anlaşması’nın 100. yıl dönümü kutlamaları dolayısıyla çeşitli etkinlikler düzenleniyordu. Macar filmleri bu etkinliklerden biriydi. Beyoğlu’nda “Ülke Sineması: Macaristan”da Macar filmleri gösterilmişti. Benim XX. Yüzyılım, Beyaz Kısrağın Oğlu, Çocuklarıma Günce, filmleri bunlardan bazılarıydı. Program kapsamında Macar sinemasının usta yönetmenleri de ağırlandı.
Bu filmleri izlerken yıllar önce seyrettiğim Budapeşte Oteli aklıma geldi. O dönemde izlediğim en güzel filmlerden biriydi.
Usta oyuncu Zsa Zsa Gábor’da en tanınmış Macar oyunculardan biriydi. Budapeşte doğumlu olan Zsa Zsa Gábor güzellik kraliçesiydi. Göz alıcı kişiliğiyle dünya tarihine geçmişti…
Macaristan kültür yılı kutlamaları dolayısıyla klasik müzik sevenleri İş Kuleleri Salonu’nda büyüleyici bir konser bekliyordu; 17 Nisan çarşamba akşamı…
Türk-Macar Dostluğu
Bu etkinlikleri takip ettikten sonra Macaristan’la ilgili bilgilerimi gözden geçirdim. Gezi notlarıma ve eski fotoğraflarıma bakıp, anılarımı tazeledim…
Emekli Büyükelçi Ender Arat’ın; Türklere Güvendiler ve Türkiye-Macaristan Büyükelçi’den Anılar, kitabı bana kaynak oldu. Daha önce kendisiyle görüşme fırsatı bulduğum Macar büyükelçisinin fikir ve tecrübeleri araştırmalarıma katkıda bulundu.
Macaristan Tarihi
Karlofça Anlaşması’yla Osmanlı İmparatorluğu’ndan ayrılmıştı.
Macaristan – Osmanlı İmparatorluğu I. Dünya Savaşında müttefikti.
Çanakkale’de Macaristan dostluğu önem kazanmıştı. Bu yüzden bize faydaları olmuştu.
Onlar da bizim gibi mızrakla savaşıp, aynı savaş tekniklerini kullanmışlardı.
Turan Cemiyeti 1910 yılında Budapeşte’de kurulmuştu.
Yine bizim değerimiz Gül Baba, Macarlar tarafından korunan, dünyanın her yerinden ziyaretçi alan bir yerdi.
Bize yakınlığıyla bilinen Macarlar, 1870 yılında Türkoloji kürsüsünü kurmuşlardı. Bunu kendi tarihlerini araştırıp, öğrenmek için yapmışlardı.
Mülteciler
Lajos Kossuth ve yandaşları vergilerin ağırlığı gibi sebeplerden dolayı Avusturya’ya karşı çıkıp, Habsburg Hanedanı’ndan ayrılarak ayrı bir devlet kurmak istemişlerdi. Sonuç alamadıkları için ayaklanmadan sonra ülkeyi terk ettiler. Kısacası Habsburg Hanedanı’na karşı gelenler yurtlarından sürüldü ve Osmanlı’ya sığındı.
1718’de Osmanlı Devleti ve Avusturya arasında imzalanan Pasarofça Antlaşması’yla Osmanlı İmparatorluğu’na iltica eden Macar mültecilerin güvenliği, güvence altına alındı… Sığınmacılar Osmanlı’da yıllarca rahat yaşadılar…
Sultan III. Ahmet onlar için: “Tahtımdan vazgeçerim mültecileri vermem!…” dedi. İstanbul’da koruyamadığı için Kütahya’ya gönderdi. Böylece 1852’de Kütahya’ya gelmiş oldular…
Lajos Kossuth’ta bu mültecilerden biriydi. Kossuth Türkiye’de yaşarken kitabını yazmıştı.
Lajos Kossuth, bir süre Kütahya’da yaşadıktan sonra İtalya’nın Turin şehrine göç etti ve burada vefat etti.
Amerika için General Washington neyse, Lajos Kossuth’ta Macarlar için o kadar büyük bir liderdi…
Bir kısım mülteciyse Tekirdağ’da kalmıştı. Mikes Kelemen bunlardan biriydi. Tekirdağ’da yaşayan Kelemen, yazılarıyla o günkü tarihe ışık tutar…
Macar Halk Kurtuluş Kahramanı II. Ferenc Rákóczi’de mülteci olarak Tekirdağ’da kalanlardandı. Rákóczi’nin naaşı İstanbul’daki Saint Benoit Lisesi şapeline yerleştirilmişti. Daha sonra Fransız Lisesi’nin bahçesinden alınarak, günümüz Slovakya sınırları içindeki Košice şehrindeki katedrale götürülmüştü.
II. Rákóczi’nin yaşadığı ev, eski bir Türk eviydi. Şimdilerde müze olarak kullanılan yeri, çok sayıda Macar’ın yanı sıra, yerli turistler de ziyaret ediyordu.
Macar Kralı Tökeli İmre’nin eşi İlona Zrinyi, mülteci olarak gelen kadınlardan biriydi. Bir süre İzmit’te yaşadıktan sonra Çiçekli Çayır’a defnedilmişti. Macaristan’ın yaratılmasında önemli bir etken olan özgürlükçü bir kadındı İlona Zrinyi’n…
İbrahim Müteferrika’da Macar asıllıydı. Matbaayı ülkemize getirmişti.
Lale Devri, bizdeki Rönesans devriydi; matbaa ve itfaiye bu dönemde gelmişti.
Buda ve Peşte
Budapeşte; Buda ve Peşte’den oluşuyordu. Buda ve Peşte Slavca kelimelerdi. Tuna Nehri iki şehrin ortasından geçiyordu. Buda tarafı volkanik, dağlık ve yemyeşildi. Budin Kraliyet Sarayı, Devlet Bilim Akademisi buradaydı.( 14 dalda Nobel almıştı.)
Peşte tarafı daha düz, ova gibiydi. Köylerin bulunduğu yerdi. Tarih buradaydı, burası İstanbul’un Avrupa Yakası gibiydi.
Budapeşte kaplıca ve hamamlarıyla ünlü bir şehirdi. Buda Kalesi’ne yakın altı yüz tane kaplıca vardı. İki milyon nüfusa sahip şehir, Macaristan’ın ikinci başkentiydi. İlk başkenti Estergon’du.
1604 yılına kadar Osmanlı toprağı olarak kalmıştı Macaristan. Daha öncesindeyse Keltler, beş yüz yıl yaşamıştı burada. Ardından Roma İmparatorluğu kurulmuştu. Atilla tarafından Roma İmparatorluğu yıkılınca, Estergon başkent yapılmıştı.
Estergon, Peşte’nin on ikinci bölgesinde bulunuyordu. Biraz şehir dışındaydı. Yüksek bir tepeye çıkınca bütün Tuna görülüyordu. Burası ağaçlar arasında serin bir tepeydi.
Tuna Nehri
Tuna Nehri’nin üzerinden Buda’ya geçiliyordu. Tuna Nehri, Almanya’dan çıkıp Viyana, Bratislava, Budapeşte, Belgrat kadar uzanmakta oradan da Karadeniz’e dökülmekteydi.
Margirt Köprüsü’nde tam on tane köprü vardı. Hepsi de bayan ismiydi. İki gerdanlı, zincirli köprü gece ışıklandırılınca çok güzel oluyordu. Köprülerin her iki tarafında da dört tane aslan vardı. Ama aslanların dilini heykeltıraş yapmayı unutmuştu.
Sağ taraftaki sarı, kırmızılı bayrak sıfır kilometre taşıydı. Mesafeler buradan ölçülüyordu. Budapeşte, İstanbul arası gibi…
Tuna Nehri güzelliğiyle birçok şairi etkilemişti.
11 Nisan 1905 Budapeşte doğumlu Joseph Atilla’nın; “Tuna Kıyısında” diye bir şiiri vardı.
“Akıyor gibiydi yüreğimden çıkıp da
Bulanık, bilgeydi ve büyüktü Tuna.” der Joseph Atilla dizelerinde…
Bizde de Yahya Kemal;
“Bin atlı, akınlarda çocuklar gibi şendik
Bin atlı o gün dev gibi bir orduyu yendik!
Ak tolgalı beylerbeyi haykırdı: İlerle!
Bir yaz günü geçtik Tuna’dan kafilelerle…” der…
Macarca edebiyatta da yer edinmişti.
1928’de Budapeşte’de yaşayan ünlü yazar Sandor Marani, Macarca yazmıştı. Marani’nin Yapı Kredi Yayınları’ndan çıkan, İşin Aslı Judity ve Sonrası, kitabı vardı.
Yine Can Yayınları’ndan çıkan László Krasznahorkai’nin Şeytan Tangosu kitabı, Bülent Şimşek tarafından Macarca’dan dilimize çevrilmişti.
Zigetvar Kalesi
Zigetvar Kalesi, Topkapı Sarayı’nı andıran bir yerdi. Etrafı onun gibi grili surlarla çevrilmişti, bir tarafı Tuna’ya bakıyordu. Oraya bir yamaçtan çıkılıyordu.
Sol tarafta büyük bir at üzerinde; Josef Bişkin’in heykeli vardı. Bir süre Hatay’da kalan Josef Bişkin, Mustafa ismini almıştı.
Kanuni Sultan Süleyman burada şehit düşmüştü. Oğlu Selim, gelinceye kadar bekletilmiş, ciğeri ve kalbi buraya gömüldükten sonra, mumyalanmış bedeni oğluna verilmişti.
Tarım, Macaristan için çok önemliydi. Avrupa Birliği’nin tahıl ambarı diye anılıyordu. Ayçiçeği, mısır, buğday yetişiyordu.
Macaristan, Ural Altay, dil ailesine mensuptu. Orta Asya dilini kullanmaktaydı. Bu yüzden; Török, Atilla gibi kelimeler onlarda da vardı.
Şehir merkezinde Török yazan dükkânlar vardı. Bunlar Türklere aitti.
Macarlar’da esmer tenli ve renkli gözlüydü. Bu halleriyle Türkleri çok andırıyorlardı. Bazıları sizin akrabalarınıza ya da tanıdıklarınıza çok benziyordu.
Macar Sanatçılar
Macar Dansları… Brahms’ın Macar temaları üzerine bestelediği yirmi bir canlı dans melodisini barındırıyordu.
Liszt, önemli bir Macar sanatçıydı. Budapeşte’deki sanat akademisinin yöneticiliğini yapmıştı.
Liszt’in tutkulu “2. Macar Rapsodisi” meşhurdu.
Johann Strauss II – Mavi Tuna, Johannes Brahms – Sol minör Macar Dansı, ülkemizde tanınan en önemli Macar esintileriydi.
Macar bestecisi Bela Bartók, Anadolu’da türkülerin peşine düşmüş, bizim kültürümüzle Macar ezgileri arasında tarihsel bir bağ kurmuştu. Ülkemizde derlediği altı yüzün üzerinde halk müziği parçasının, özgün ses kayıt silindirleri (Balmumu ses kayıt silindirleri) Budapeşte Etnografya Müzesi’nde saklanmaktaydı.
Kodály Meydanı adını ünlü müzik adamından almıştı… Kodály, dahi bir müzisyendi. Kodály Metodu’nu geliştirerek eğitimde uluslararası bir kaynak yaratmıştı. Kodály’ın öğrencisi Ligeti’te yirminci yüzyıl müziğine yenilikler katmıştı.
Dil Bilimleri
Burada görebileceğiniz en ilginç şeylerden biri de fakülde binasıydı. Dil bilimleri binasının her tarafı çok ilginçti. Çitler kalem gibiydi. Kubbeler birbirine girmiş, sağa sola doğru yatmış vaziyetteydi. Bu ilginç yerde okuyan Türk öğrenciler de vardı. Zaten Macarlarla Türkler arasında pek bir fark yoktu. Davranış, tutum, göz rengi ve boy olarak birbirimize çok benziyorduk. Bizim kullandığımız Levent, Atilla gibi isimler onlarda da vardı.
Kahramanlar Meydanı
Kahramanlar Meydanı… Kahramanlar Meydanı’nın önceki adı Milenyum Meydanı’ydı. Burası Avusturya Macaristan döneminde 1896 yılında yapılmıştı. Otuz altı metre yüksekliğindeki sütunda, Cebrail Melek vardı. Buradaki yedi atlının her birinin adı yazmaktaydı. Bunlar Macar kabilelerinin liderleriydi.
Demirperde döneminden sonra Macarlar, Ruslara karşı savaş açmıştı. Bu savaşta birçok insan ölmüş, birçok kişi de sürgünlerde yaşamıştı. Ruslar çekildikten sonra bu meydan; “Kahramanlar Meydanı” olarak anılmaya başlamıştı. Anıtta kimse yatmıyordu, sadece anıt olarak yapılmıştı.
Kahramanlar Meydanı’nda on dört tarihi eser vardı. Üç tane heykelin ismi: Arpat, Taş ve Hun’du.
En öndeki Arpat’tı, Alparslan’a benziyordu.
Atlı arabalar, geçmiş ve geleceği. Palmiye özgürlüğü, defne dalı zaferi, tırpanlı arabaysa üretkenliği anlatmaktaydı. Erkek ve kadının yanyana olmasıysa beraberliği simgeliyordu…
Macaristan Milli Günü
2024 Yılının Türkiye- Macaristan Kültür Yılı ve 15 Mart’ın Macar Bağımsızlık Bayramı olmasından dolayı tebrik eder… Macar halkının milli gününü kutlarım!…
Neslihan Minel