17.5 C
İstanbul
21 Kasım 2024, Perşembe
spot_img

UZAKTA ÖYLE BİR KÖY YOK

Benim sizin köyünüzle ne işim olacak? Eski defterleri yeniden açmak artık çok anlamsız. Kırk sene yaşanan her şey için zaman aşımı sayılır. Acılar da unutulur gider. Hüzünler de uçup siliniverirler. Sevinçler ve güzel günlerden en ufak bir iz bile kalmaz. Beyninizi istediğiniz kadar karıştırın, zorlayın bir şeyler anımsamak imkânsızdır. Anılar mezarlığını eşelemek, cesetlerden söz etmeyi kim ister?

Senden ve yaşadıklarımdan öğrendiğim bir şey var. İnsan geçmişini yeniden yazıyor. Gerçekleri fantezileriyle değiştiriyor. Yeni hikâyeye düşlerini katıyor. Arzularını, hayal gücünü de… Örneğin kan sıcağı bir öğle vaktinde ovadayız. Omuzumda otuz kilodan ağır bir kavun çuvalı taşıyorum. Geçkin olanlardan biri patlamış. Boynumdan aşağıya, sırtıma, hatta belime ve donuma kavunun şerbeti akıyor. Yapacak hiçbir şey yok. Sileyim desen olmayacak. Girip yıkanacak su da yok. Su olsa ne olacak? Herkes it gibi çalışırken sen banyo keyfi yapacak değilsin ya. Kamyonun bir an önce yüklenmesi gerek. Bir kaç, belki on dakika sonra kavunun suyu üzerinde kuruyuverir. Sırtın Sertleşir, kösele gibi oluverir. Çuvalı her omzuna aldığında canını yakar. Bu acıyı tanırsın. Giydiğin yeni ayakkabı topuğunu vurmuştur. Buna benzer. Peki yıllar sonra sen o güne dair neyi anımsarsın? Sabah kamyondan inmişsindir. İşe başlamadan önce bir tanesini seçip kesmişsindir. Ortası görüp görebileceğin en güzel turuncu… Çekirdekleri kalıp gibi büsbütün… Çakının ucunu değdirince yere düşüvermiştir. Buz gibi serin ve bal gibi tatlıdır.

O gün hiç yaşanmamış başka bir şey daha anılarına girmiştir. Nurgül sana mektup göndermiştir. Mahalleden küçük bir veletle… “Beni sakın bırakma diye yalvarmaktadır. Sana söylenenler yalan. Benim tek sevdiğim sensin. Bizi çekemeyenler iftira atıyor. Bu gece gel. Buluştuğumuz yere, aynı saatte. Konuşalım,” yazmıştır. Gerçek ise her zaman çok çirkindir. Yaşlı ve bir deri bir kemik kalmış, ayakta zar zor durabilen yaşlı köpek kadar çirkin… Nurgül hiçbir zaman seni sevmemiştir. Hiç konuşmaya çağırmamıştır. Hatta sokağından geçtiğinde dönüp bir kez bile bakmamıştır.

Benim sizin köyünüzle ne işim olacak? Her çayırda mutlaka kır çiçeklerini ile birlikte dikenler de çiçek açar. Görmek istemesek, bilmek istemesek ve hatta söylenmesinden nefret etsek bile hepimizin kusurları vardır. Örneğin açgözlüyüzdür. Çıkarcı, işimize geldiğinde yalancı, dönek, kolaycı… Hak, eşitlik, özgürlük, adalet diyerek uzun nutuklar atan insanlar bence yoksulları hiç sevmemiştir. Tütüncüler kahvesine hiç gidip oturmamışlardır. Kahveler önünün ortasındakilere de… Çünkü Avcılar kahvesi daha seçkincidir. Veya Gençlik Kulübü… Babam ile aynı kahveye de gidemem ya dediğinizin farkındayım. Bir yere kadar siz de haklısınız. Başkalarını kötüleyerek kendime daha iyi bir konum yaratma çabasında değilim. Sizin gibiyim. Sizin kadar günahkâr, sizin kadar temiz ve masum. Hepimiz aynı derede yıkanıp aynı ağacın dallarında kurunduk.

Benim sizin köyünüzle ne işim olacak? İyi insanlar, cömert insanlar, hayvanları, insanları, doğayı sevenler, merhametliler, yardımsever olanlar bunun bedelini mutlaka öderler. Oysa bütün kitaplar, bütün masallar iyi insanların sonunda ödüllerini aldıklarını söylerler. Üzgünüm ama bu yalandır. Yıllar önce bir öykü anlatmıştım. Üç veya beş genç bir genç kızı taciz etmişti. Kız hamile kalınca evlensin de ailenin şerefi ve namusu kurtulsun bari demişlerdi. Bütün delikanlılar suçu diğerinin üzerine atmıştı. Aylar süren dedikodular, yıllar süren mahkemeler ailenin itibarını, onurunu, her şeylerini ayaklar altına almıştı. Bu hikâyeye tepki gösteren hiç kimse çıkmadı. Yalan yazıyorsun deseler razıydım. Tek kelime bile olsa yorum yazan olmadı. Ben büyürken buna benzer en az üç olay yaşanmıştı.

Benim sizin köyünüzle ne eşim olacak? Uzakta, orda bir köy var. O köy de zaten bizim köyümüz değil. Bizim köyümüz olsaydı sadece güzel şeyler yaşanırdı. Bizim sokaklarımızda sadece mutlu ve sevgi dolu insanlar yaşar. Tarlaları bire bin verir. Üzüm kesen kızlar şen şakrak türküler söyler. Çünkü kırk derece güneşin altında çalışmaktan daha güzel ne olabilir ki? Anılar temize çekilmiş öykülerdir. Kendimden örnek vereyim. “Almancı Ali beni severdi. Gel ortanca kızımı sana vereyim, dedi. Benimle Almanya’ya gelirsiniz. İkinizi de işe koyarım. Kendinizi toparlayıncaya kadar da göz kulak olurum. Tabi ki kabul etmedim. Kızı güzelse güzel… Ben satılık adam değilim…

Babam Her hafta pazardan muz alırdı. Ben diyeyim beş, sen de on kilo. Bir o kadar da et alırdı. Konu komşu oturup ziyafet çekerdik. Bir gün pazardan eli boş döndü. Meğerse o gün Manisa’ya gidip Murat 124 almış. Bakmaya kıyamazsın. Nar çiçeği kırmızısı… “Kaç yapıyor diye,” sordum. “Yüz yetmiş,” dedi. O zamanlar benzin çok ucuz. Bir hafta sonu Foça’ya gidiyoruz. Öteki hafta sonu Çeşme’ye. Denize… Neden hafta sonu mu gidiyoruz? Babam rençperdi ama hafta sonları çalışmayı hiç sevmezdi. Dini ve milli bayramlarda, mahalli kurtuluş günlerinde. Hıdırellezde ve Manisa Mesir Şenliklerinde de… Kışın soğuk günlerinde, yazın çok sıcaklarda da… Yerseniz…

Benim sizin köyünüzle ne işim olacak? Orda uzakta öyle bir köy yok. Gidip geldiğimiz de yok. Bir varmış bir yokmuş. Pireler berber, develer tellal iken…

Haziran 2022 – İzmir
Seyfullah

Facebook Yorumları

Diğer Yazıları

Bizi Takip Edin

232BeğenenlerBeğen
114TakipçilerTakip Et
349TakipçilerTakip Et
2,330AboneAbone Ol
- Reklam -

En Son Eklenenler