17.5 C
İstanbul
21 Kasım 2024, Perşembe
spot_img

VEBA GECELERİ

Abdülhamid döneminde Osmanlı’nın 29. Vilayeti olan Minger Adası’nda geçiyordu roman. 1901 yılında geçen olaylar tarihe bağlı olarak yazılmıştı. Fotoğraflardan, resimlerden beslenilerek yazılan kitapta sokaklar, tepeler başarılı bir şekilde kurgulanmıştı.

Tasvirlerdeki başarı okuru düşünmeye ve hayal etmeye teşvik ediyordu. Bu haliyle dönemine ışık tutuyordu.
Tarihten günümüze, veba günlerinden korona günlerine uzanması bilgi açısından olumlu yönde zenginlik katmıştı. Tarihe bağlı olduğu kadar masalımsı bir anlatımı da vardı. Bu da romanı özgün kılmıştı.

Osmanlı adasında Rum Ortodokslar arasında geçen eserde birbirinden farklı karakterler vardı.
Salgını kontrol etmek amacıyla Doktor Nuri Paşa ile Kimyager Bonkowski Paşa görevlendirilmişti. Amaçları vebayı önlemek olan bu insanların yanında; Pakize Sultan, Hatice Sultan, Marita, Sami Paşa ve Zeynep karakterleri de vardı. Zeynep güçlü bir karakterdi. İyi tasvir edilmiş samimi ve sıcak bir kadındı.
Kafamda Bir Tuhaflık’taki Mevlüt’te aynı kurgu başarısına sahipti.
Sessiz Ev’deki araştırmacı, tarihçi Faruk üniversitede doçentti. Gebze’deki kaymakamlıkta araştırmalar yapıyordu. Amacı yörenin geçmişini öğrenmekti.
Veba Geceleri’ndeki Mina Mingerli de araştırmacı bir karakterdi.
İkisinin de ortak özelliği araştırmacı olmasıydı. İki karakter de bu yönüyle Orhan Pamuk’tan izler taşıyordu. Çünkü kendisi de her kitabını büyük araştırmalardan sonra yazıyordu.
Zaten her yazar muhakkak kişiliğinden bir şeyler ekler satırlarına. O istemese de gizlice sızar sayfalarının arasına. Bu ne kadar imkânsız gibi olsa da bundan kaçınmaya çalışsa da maalesef hep böyledir.

Veba Geceleri’ndeki karakterler Dostoyevski karakterleri gibi güçlü, hırslı, yapıcı bir o kadar da gizemliydi. Zaten başarılı yazarların en büyük özelliği birçok karakteri toplayabilmesi, farklı dünyaları aynı kitapta saklayabilmesiydi. Bunun için kişilik analizi yapabilmesi, kelimelerle oynaması, romanın teknik yapısını oluşturması gibi matematiksel hesaplamaları da yapabilmesi gerekiyordu.

Zaten romancılık, yanlış anlaşıldığı gibi sadece kültürle, dille birbirine bağlanamazdı. Bunun yanında olay örgüsünü, kurguyu tam olarak oturtabilmesi için pratik bir matematik zekâsına da sahip olması gerekiyordu.

Bu teknik detaylar düşünüldüğünde, Dostoyevski’nin başarılı karakterler yaratmasını inşaat mühendisi olmasına bağlayabiliriz.
Geç Kalmış Ölü’nün yazarı Mehmet Eroğlu ile Tutunamayanlar’ın yazarı Oğuz Atay’da inşaat mühendisidir.

Ve zaman akışındaki kurgu başarısı… Sherlock Holmes’un paytonu burada da vardı. Filmde gördüğümüz atlıların yerini Lando ve onu çeken atlar almıştı. Lando o döneme ait at arabasıydı ve bu terimle kullanılmıştı. Romanı zengin kılanda bu doğallıktı.

Veba Geceleri’nde polisiye unsurlar da vardı. Deliller toplayıp cinayet üzerinde çalışılıyordu. Bunun içinde eczacılık, tarih, postacılık gibi alanlar da araştırma yapılmıştı.
O tarihin kaynak kitaplarından faydalanıldığı gibi Abdülhamid döneminin kitaplarından da faydalanılmıştı. Abdülhamid için Türkçeye çevrilen kaynaklardan yararlanılmıştı. Bunun yanında dönemin fotoğrafları, çizimleri de kaynak olarak kullanılmıştı.

Bu belgelerle dönemini ve dünya siyasetini de aydınlatıyordu kitap.
Cinayet olayının çözümünde, Sherlock Holmes başarısı sağlanmıştı. Detayları bulma, çözüme ulaştırma basamakları ince ayrıntılarla işlenmişti. Bu da akıl gerektirdiği kadar polisiye beceresi de gerektiriyordu.

Delillerin toplanıp, suçluya ulaşılması tümevarımla sağlanmıştı.
Sinema tadında, sosyolojik bir kitap olduğu kadar polisiye kitabı da olmuştu Veba Geceleri.

Kitaptaki detaylardan biri de Kamil Bey’in vebadan ölmesiydi. Öyle bir tasvir etmişti ki onun acıları benim acılarım olmuştu sanki. Bu bölümü okurken, Madame Bovary karakterinin fare zehri aldığı sahneyi anımsadım. O günde aynı acıyı çekmiştim. Sanki zehir benim içimde gibiydi. Tasvir o kadar güçlü o kadar samimiydi.

Bu kitapta da Osmanlı tarihinden beslenmeyi başarmıştı yazar. Kara Kitap’ta, Beyaz Kale’de olduğu gibi.
İstanbul Hatıralar kitabında da arşivdeki fotoğraflar da tarih vardı. Anılarla anlatımını desteklenmişti Pamuk.

Diğer salgın kitaplarında olduğu gibi Veba Geceleri’nde de karantina kararına karşı çıkanlar, isyan edenler vardı. İnatlaşan halk yüzünden ölü sayısı artmıştı.

Veba döneminde ölümden önceki ağrılar dindiriyor ama ölüm engellenemiyordu. Bunları düşünürsek biz daha şanslıydık.
Aşının bulunması bu durumu olumlu yönde etkilemişti tabii.

Veba Geceleri’ni korona günlerinde okuduğum için daha iyi anladım. Yaşamasaydım bu kadar iyi anlayamazdım. Küçücük 0,1 mikronluk virüs nasıl bu evreni alt eder, diye düşünürdüm.

Kitapta salgın, ölüm gibi kavramların yanında aşk, arkadaşlık gibi kavramlar da işlenmişti. Arkadaşlık hepsinden daha önemliydi. Sokrates; ‘Evlenirken, konuşabileceğiniz insanlarla evlenin’ diyordu. Yani aşktan önce arkadaşlık yapmak daha önemliydi.

Pamuk, yazılarında geçmişiyle, anılarıyla besleniyordu. Manisa’lıyım demesi yıllar önce yaptığı bir konuşmanın eseriydi. Yazma sırasında geçmişi ansızın sızıvermişti satırlarına.

Mazi o kadar derin bir kuyuydu ki zenginliğiyle yazarı beslemişti. Bu anlamda özellikle çocukluk yazarların tükenmez hazinesiydi.
‘İstanbul Hatıralar’ kitabını annesine, ‘yazar olacağım’ diyerek bitirmesi bu fikri destekliyordu.
Fakat bunu aile baskısıyla söylemişti. Aslında gizli bir yerlerde uhde olarak ressamlık kalmıştı. Benim Adım Kırmızı’da bu gizli ressam figürü ortaya çıkmıştı.

Bundan sonraki kitabı için; “İstanbul’da yaşayan ressamı yazmak, güzel olacak” demesinin altında bu çocukluk hayali yatıyor olabilir mi?

Orhan Pamuk, Veba Geceleri’nde ressam kişiliğiyle, fotoğrafçı kimliğini birleştirmişti. 1901 yılı fotoğraflarının bulunması arşiv açısından önemliydi. Kitabı yazarken o dönemin fotoğraflarından toplumun sosyolojik yapısını analiz etmiş sonra kendine göre bu kahramanları ete, kemiğe büründürmüştü. Bu tasvirlerinde sokaklara, eczanelere ve dönemin ilaçlarına yer vermişti.

Umarım biriktirdiği fotoğrafları bir gün sergiler. Daha önce Yapı Kredi Kültür Merkezi’nde sergilediği fotoğraflar gibi bunları da görürüz. Ya da Masumiyet Müzesi’nin bir bölümüne bunları da ekler.

Pamuk, İstanbul Hatıralar eserinde de Ara Güler’in fotoğraflarından beslenerek kitabı zenginleştirmişti. Anı kitabı özelliği taşıyan eser tarih kitabı olma özelliği de taşıyordu. Belgelere dayanan kitap her anlamda zengindi.

İki kitapta derin tarih araştırmalarıyla yazılmıştı. Büyük çalışmaların ürünü olan kitaplar çok sayfalı ve kalındı.
İçeriğinin ağırlığı, bilgiye dayanması ne kadar titiz bir çalışmanın ürünü olduğunu ortaya koyuyordu. Bu anlamda derin bir kaynaktı.

Veba Geceleri’ndeki resimleri kendisinin yapması, kapağını oluşturması da insanı çok etkiliyordu. Çünkü her hangi bir grafikerin yaptığı kapak, kitabınıza bol ya da dar gelebilirdi. Sonuçta o sizin çocuğunuzdu ve kapağının nasıl olacağını en iyi siz bilirdiniz. Kapağın özgün olması önemliydi. Bu yüzden hem yazan hem çizenin aynı kişi olması her zaman daha iyiydi.

Resimlerle, araştırmaların bütünü olan Veba Geceleri hem yazar hem ressam çalışmasıydı. Kapağı da bu çalışmaların en güzeliydi.

Bu anlamda her sanat dalı birbiriyle bağlantılıydı. Biri olmazsa zincirin diğer halkaları eksik kalıyordu.

Zaten hangi yazar, hangi sanatçı bu alanlardan kopuk eserler üretebilirdi ki?

Orhan Pamuk, Cevdet Bey ve Oğulları’ndaki başarıyı bu kitapta da göstermişti. Hatta bu kitap onun çok daha üstündeydi.
Bu da ‘yazar olacağım’ sözünün altında ne büyük bir ‘adanmışlık’ olduğunu gösteriyordu.
Yoksa bu kadar güzel eserler nasıl çıkardı ki?!!

Neslihan Minel

Facebook Yorumları
Önceki İçerik
Sonraki İçerik

Diğer Yazıları

Bizi Takip Edin

232BeğenenlerBeğen
114TakipçilerTakip Et
349TakipçilerTakip Et
2,330AboneAbone Ol
- Reklam -

En Son Eklenenler