Gazetede köşe yazarlığı yaptığım yıllarda bütün köşe yazarlarını okur gündemi takip eder, acaba ben ne yazabilirim diye düşünürdüm.
Yazma zorunluluğu beri dinç tutar yarın için planlar yapmamı sağlardı. Belki de bu yüzden olacak birçok gazetenin kitap ekini alır durmadan okurdum. Nerede olursa olsun hiç fark etmezdi, okulda, evde, otobüste, vapurda kısacası her yerde.
Sonra her gün yarım sayfa yazı yazmak zor geldi kısa, parçalı yazılar yazdım o da olmadı köşeme ara verdim. Bir süre dinlenmek ruhuma iyi gelecekti. Zaten zorla yazılan yazılarda muhakkak bir tekrar oluyordu. Bu yüzden olacak ki ilk romanımı tam on yılda bitirdim. Bu süre zarfında ilk paragrafla romanın bitişi arasında çok şey yaşadım.
Kendimi tekrarlamadan yazmanın tek çaresi zamana yaymaktı. Çünkü aynı ruh haliyle yazılan eserler birbirinin aynı oluyordu.
Yirmi yıl süren yazı hayatımda birçok gazete ve dergide yazdım. Gezi, eleştiri, deneme, şiir, sohbet tarzında yazıklarımı kitaplaştırdım, kitaplaştırmaya da devam edeceğim ömrüm oldukça, aldığım son nefese kadar.
Yoğun çalışma ortamının uykusuz gecelerinde, polis telsinizden haber beklerken bana eşlik eden en büyük güç Doğan Hızlan’ın yazılarıydı. Okurken naif bir duyguya kapılır, onun kırılgan yüreğinin zarifliğini hissederdim. Bu yüzden daha çok ilham alır, daha bir titiz okurdum.
Bu büyük insanı on yıl önce Süreyya Operası’nda görmüş beyefendiliğine hayran kalmıştım. İkinci bir şans olarak bu yıl Tüyap’da imza günümde karşılaştım. Yıllar beni nasıl törpülemişse onu da törpülemiş geçen doksan yıl belini bükmüştü. Yine de çoğu insana göre daha dinçti. Bu duruşundan, bakışındaki ışıltıdan belli olduğu kadar, her hafta okuduğum yazılarından da belli oluyordu.
Onunla yarım saatlik bir vakti beraber geçirdikten sonra kitaplarımı imzalayıp verdim ve tekrar görüşmek dileğiyle vedalaştım.
Kim bilir kader bizi tekrar bir araya getirecek mi?
Yoğun şekilde başladığım yazma serüvenimin devamı için okumayla beraber gezmeye de başladım. Konu bulmak için insanları izliyorum kadınları, çocukları, sokakta gördüğüm küpeli köpekleri…
En son Salı Pazarı’nda gördüğüm başı yazmalı, saçları kınalı kadın, öykü kahramanım oldu. Oturuşu, konuşması, ağzındaki sakızıyla o kadar doğal ve sıcak bir karakterdi ki. Bir taraftan bağırıyor, bir taraftan da sattığı ayakkabıların tozunu alıyordu. Bu yurdum insanının resmini çekmek istedim ama izin vermedi.
Sonra kitap satan bir adam vardı. Kitapların çoğu eski, yıpranmış kitaplardı, aralarında özel olanlar da vardı sahaflarda bedeli pahalı olan kitaplar burada çok cüzi paralara satılıyordu. Bunda satıcının okuyucu olmamasının payı vardı. Çoğu sahaf bilinçli olduğu için onları seçip, nadir eserler arasına alıyordu.
Buraya her gelişimde bir sürü kitap alıyorum. Kitaplarla beraber buradaki karakterleri de evime götürüyorum. En son Dolapdere’deki pazardan ilginç karakterler yaratıp yeni romanımın içine ektim.
Kitap okumak ne kadar yararlıysa, hayatın içindeki karakterlerin farkında olmak da en az okumak kadar yararlı. Çünkü onlar da en az kitaplardaki kadar önemli karakterler. İyi yazar olmanın şartlarından biri de iyi bir gözlemci olmak.
Bu hafta sonu havanın güzel olmasını fırsat bilip felekten bir gün çalmak için lunaparkın yolunu tuttum. Burada çocukların gözlerindeki ışıltıdan ilham alıp şiirler yazacak, yeni masal kitabıma isim arayacaktım. Kapıdan girince büyük bir şato karşıladı beni kocaman surlarıyla. Ardından çarpışan arabadaki çocukların sevinci, itfaiyecilik oynayanların yangınla savaşı. Bir de ördekler de vardı havuzda yüzen başlarına halka atınca oyuncak kazandıran.
Benim en çok hoşuma gidense Atlıkarınca oldu. Atların yanan ışıkları, çalan müziğin ahengi beni aldı Floransa’ya götürdü. Oradaki büyük meydanda da böyle bir atlıkarınca vardı alanı renklendiren. Çevresindeki yaptığı resimleri satmaya çalışan ressamlar da aynı bir renk katıyordu meydana.
Zaten Floransa Rönesans’tan beri sanatın merkezidir. Şehrin her köşesinde heykel ve resim müzeleri vardır.
Lunaparktaki en tehlikeli ve en heyecanlı şeylerden biri nefes kesenle, korku tüneliydi. Ben bu yaşta o kadar çok heyecanlandım ki çocukların korkudan bağırmasına şaşırmamak gerekiyor.
Güzel bir hafta sonunu geride bırakırken bu hafta da yazacak çok şey buldum hayata dair. Çocukların gözlerindeki ışıltı yaşama sevincimi yeniden kazandırdı daha bir ümitlendirdi.
Yaşama karşı beslediğim umut daha bir canlandı. Bizim bazen içimiz kararsa da onların kalpleri hiç kararmasın.
Ve siz hayatın her köşesinde yaşayan insanlar! Kalbinizde sakladığınız ümidi zamanın törpülemesine izin vermeyin! İçinizdeki çocuğun çiğdemleri kıskandıran gülüşlerini söndürmeyin! Ve kahkahalar atın geçen zamana inat korkusuzca!
Neslihan Minel