Bazen yaşam kendini düşük devire alır. Küçücük yaşarsınız. Büyük sevinçler, büyük hüzünler, iniş-çıkışlar kayboluverir. Sabah her zamanki saatte kalkarsınız örneğin. Küçük bir tavada yağa yumurta kırarsınız. İki bardak çay, bir dilim ekmek, bir iki zeytin tanesi veya küçük birkaç peynir kırıntısı… Kahvaltıdan daha çok alışkanlık gibi işte… Aynı saatte trene bile yüzüne alışkın olduğunuz kişiler biner. Her şey birbirinin aynı… Sonsuza kadar hep böyle sürecekmiş gibi hissedersiniz. Oysa mevsimler değişir habersizce.
Sabahın serini yüzüme dokunmasa farkında bile olmayacağım. Deniz aynı deniz, rüzgâr aynı rüzgâr, körfez poyrazla hafif çırpıntılı. Dut ağaçları tepeden tırnağa yemyeşil hala… Konak meydanından Kemeraltı’na dönünce hala gevrek kokusu karşılıyor bizi. Soyulmuş yumurta ve bayoz…
Deprem oldu. Başka hiçbir şey olmadı. Ölen öldü, kalan sağlar yine sahipsiz kaldı. İki hafta içinde gündemden siliniverdi. Eğer hasarlı binaların yıkımında kalkan bir toz bulutu da olmasa. O sokaklar bile anımsamayacak. Parkları dolduran çadırları sadece orada yaşayanlar görüyor. İzmir çoktan kendi haline döndü. Çadırları ve çadırda kalanların hali, akşam inen ayazla ne yaşadıkları kimsenin umurunda değil. Depreme sevinen olur mu diye düşünüyorum arada. Emlakçılara gün doğdu. İzmir’in yamaçlarında kiralık ev yok. Kiralar iki kat artmış. Arz-talep dengesi dedi biri. Serbest piyasa ekonomisi… Gelirler aritmetik, fiyat ayarlamaları geometrik artıyor. Boşuna koşuyorsunuz. Yetişemezsiniz. Mecburen hasarlı binalarda oturmaya devam edeceğiz. Can tatlı ama paramız yetmiyor.
Zaman bazen kısık sesle konuşur bizimle. Bütün renkleri soluklaşır, tadı tuzu kaçar. Her şeye boş verip bulduğunuzu yaşarsınız. Evin içinde ruh gibi dolaşırsınız. Ne ayakaltında, ne de başkasının gözüne batarak. Yokmuş gibi… Tam da o sulardayım işte. Mahallede ne olup bittiğinden bana ne? Karşımızdaki komşunun Corona testi pozitif çıkmış. Geçmiş olsun, tez zamanda sağlığına kavuşsun. Kavuşmazsa da kendi bilir. Bu gün zeytinin suyunu değiştirmedim ben. Önce çaydanlığı ocağa koyayım. Bu sabah kalanlarla idare edelim gitsin. Şimdi gidip peynir falan alamam. Kahvaltıda illa peynir yenilecek diye kanun mu var. Ekmeğe de öğleden sonra giderim. Geçen sefer bulamadım bu gün Kula Ekmeği gelmiş olsa beri. Osmanlı diye sarı buğdaydan bir ekmek verdiler. Sakalım çok uzamamış. Bu gün de tıraş olmasam dünya mı batar. Üçkuyular arabalı vapuru kesik kesik bir kaç kez düdük çaldı. Neden çalar? Kime çalar? Altı aydır çözemedim. Uçaklar da bir acayip. Bir hafta tam bizim evin üstünde iniş için alçalmaya başlıyorlar. Sonraki hafta da pisten yükselen uçaklar bizim evin üstünden uçuyor. Evimiz bulvarda değil, araba sesinden yırttık diye seviniyordum. Meğer hava yollarının altına düşmüşüz.
Yaşam bazen durgun akar. Akşam geç gelir, sabah geç… Susadığının, acıktığının yorulduğunun farkına bile varmazsın. Aklında tüyden hafif sorunlar… Sevmek için yorgun, özlemek için halsiz hissedersin. Bezgin ve bıkkın… Hiçbir şey o bulanık sudan çıkaramaz sizi. Yeniden canlandıramaz. Hiçbir şey şaşırtamaz. Benzine zam gelmesi kadar rutindir her şey. Karpuz tezgâhları kapanmıştır. Kavun bile bitmiştir. Mandalinanın altı kilosu on liraya düşmüştür. Haberin bile olmaz. Mademki o benimle konuşmak istemiyor ben niye isteyeyim ki dersiniz. Canınız daha çok uyumak ister. Daha uzun ve derin. Ve rüyalar gelip delik deşik etmesinler uykumuzu.
Son zamanlarda yaşam bana ağır geliyor. Taşıyamıyorum, diyorum. Sen depresyondasın diyor. On yıldır can sıkıntısı ve melankoli normal hallerden sayılmıyor. Adam sen de gelip geçici bir şey işte. Sıkma canını, İşleri ve yaşamı oluruna bırak biraz. Takma kafana, demiyorlar. Psikiyatriste gitmeliymişim, o zaten ilaç yazarmış bana. Ne ilacıysa artık? Çocuklar bile kullanıyormuş. Antidepresan, yeşil reçeteli. Kulunçlarıma ağrı girdi, midem yanıyor, başıma ağrılar saplanıyor falan demedim ki ben. Canım sıkkın dedim. Dışarı çıkalım bu akşam, desene. Şöyle sahilde birkaç kadeh atalım. Senin kafanın cilası solmuş. Yeniden cilalamak gerek. O eski arkadaşlar da yok artık. Halden anlayan, seni başından savıp doktorlara göndermeyen arkadaşlar.
Yaşam cılız bir pınar gibidir bazen. Kurudu, kuruyacak. Ne bir değirmen çarkını çevirmeye gücü yeter. Dereye bile varamadan kuruyup kayboluverir. Yaz sonu gelmiştir gelmesine ama hala güz yağmurlarından en ufak bir iz bile yoktur. İnsana kendi bedeni ağır gelir. Bir yarın uçup gitmek ister, ötekisi kurşun gibi ağır. Uzun uzadıya anlatılacak gibisinden değil. Hep o bildiğiniz şeyler gibi işte. İşime gelirdi elbette. Gizemli ve bir o kadar de ilgi çekici yalanlar kurgulamak. İçine biraz vatan, millet tozu serpmek. Çevre duyarlılığı, hayvan sevgisiyle harmanlanmış moda cümleler kurgulamak. İşime gelirdi biliyorum. Ne o, ne bu, ne şu? Yaşam bazen elini ayağını üzerimizden azıcık çekiverir. Bütün geceler aynıdır. Bütün sabahlar, gün ortası bile. Kasım patları bile eskisi gibi güzel kokmaz. Yediğin yemek tatsız, içtiğin su yavan… Öyle bir uyusam, öyle bir uyusam, top patlasa bile uyanmasam. İstersiniz.
Kasım 2020 – İzmir
Seyfullah